İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
3 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
YAĞMUR
Yağmur yağıyor. Mutfak camındayım. Nasıl üşüdüğümü
bilemezsin. Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne.
Söylediğin gibi hep dibinden su verdim ama…
Şimdi telefon açsam sana, sesini duymak da yetmiyor ki.
Hep aynı cümleler; “Babamlar nasıl, ilacını aldın mı?”
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.
Bir yerlere sığdıramıyorum yüreğimi. Bazen mutfakta
dalıp giderdin yemek yaparken, tahta kaşıkla
tencerenin başında öylece ne düşünürdün acaba?
Özlemek çok fena anne. Anlamak seni; daha da fena…
Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları.
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var.
Gittikçe sana mı benziyorum ben, ya da
“Annenin kaderi kıza” dedikleri doğru mu?
“Baban eskitir her şeyi kızım” demiştin bir kez,
anlamamışım meğer eskiyormuş anneciğim.
Omzunu ovacak kalmıyormuş meğer aynı evin içinde.
Şimdi duysan bunları ne üzülürsün; mutsuz mu kızım diye,
çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle. Mutsuz değilim de anne,
yağmura ve mutfağımdaki kedere çare bulamıyorum.
Evimi topluyor, toz alıyor, patlıcan kızartıyor,
televizyon seyrediyor, akşam çalan kapıyı açıyorum,
açtığımı gören olmuyor.
Pişirdiğim yeniyor da, güzel olmuş denmiyor.
Çay demleniyor, demleniyor, demleniyor…
Kederim mutfağımın her yerine yerleşiyor.
Ah nasıl eskiyor her şey anne, nasıl eskiyor.
Eskilerimi de atmaya kıyamıyorum. Seni çok özlüyorum.
Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende? Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi? İşte böyle,
kalbimde bir acı. Şarkılar seni söyler.
Yağmur yağıyor. Mutfak camındayım. Nasıl üşüdüğümü
bilemezsin. Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne.
Söylediğin gibi hep dibinden su verdim ama…
Şimdi telefon açsam sana, sesini duymak da yetmiyor ki.
Hep aynı cümleler; “Babamlar nasıl, ilacını aldın mı?”
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.
Bir yerlere sığdıramıyorum yüreğimi. Bazen mutfakta
dalıp giderdin yemek yaparken, tahta kaşıkla
tencerenin başında öylece ne düşünürdün acaba?
Özlemek çok fena anne. Anlamak seni; daha da fena…
Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları.
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var.
Gittikçe sana mı benziyorum ben, ya da
“Annenin kaderi kıza” dedikleri doğru mu?
“Baban eskitir her şeyi kızım” demiştin bir kez,
anlamamışım meğer eskiyormuş anneciğim.
Omzunu ovacak kalmıyormuş meğer aynı evin içinde.
Şimdi duysan bunları ne üzülürsün; mutsuz mu kızım diye,
çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle. Mutsuz değilim de anne,
yağmura ve mutfağımdaki kedere çare bulamıyorum.
Evimi topluyor, toz alıyor, patlıcan kızartıyor,
televizyon seyrediyor, akşam çalan kapıyı açıyorum,
açtığımı gören olmuyor.
Pişirdiğim yeniyor da, güzel olmuş denmiyor.
Çay demleniyor, demleniyor, demleniyor…
Kederim mutfağımın her yerine yerleşiyor.
Ah nasıl eskiyor her şey anne, nasıl eskiyor.
Eskilerimi de atmaya kıyamıyorum. Seni çok özlüyorum.
Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende? Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi? İşte böyle,
kalbimde bir acı. Şarkılar seni söyler.
En son K.O.D tarafından Ptsi Haz. 08, 2009 2:51 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
K.O.D- Moderatör
- Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 14/03/09
Geri: İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
bişi diiliremcik demiş ki:çok güzelmiş bu kardeş.. teşekkürler...
K.O.D- Moderatör
- Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 14/03/09
Geri: İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
İCLAL AYDIN-ÜNZİLE
Dün gece hiç uyumadım.
Bütün gün ve gece yağmur vardı İstanbul’da.
Bardaktan boşanırcasına yağdı önce. Azaldı, sonra tekrar hızlandı velhasıl aralıksız ıslattı şehri. Arapsaçı olmuş trafikte Boğaz Köprüsü’nden geçmeye çalışırken durmaksızın aynı şarkıyı dinliyordum.
“Ünzile insan dölü/ bilinmezlere gebe” diyordu Şebnem Ferah o doyamadığım sesiyle.
Yorgunluktan sızlayan ayaklarım ve gözlerimle geç saatte eve ulaştığımda bir süre pencereden şehri seyrettim. Kızım saçları alnına yapışmış, uyuyordu. Öğleden sonra bale kursundan aldığı karnesini baş ucuna koymuş ve büyük ihtimalle bana göstermek için hevesle beklemişti. Oysa ben çalışmak zorundaydım. Ne karnesini almaya gidebildim onunla ne de gösterisini izleyebildim. “Anne ne olur erken gel” dedi akşam telefonda. “Çekimim biter bitmez geleceğim” dedim. “Başka anneler de yoktu bugün anne, ablalar vardı bir tek. Ama bizim okulun gösterisine birlikte gidicez di mi, izin alacaksın di mi” diye sordu bir çırpıda.
İçim yana yana “Elbette aşkım, elbette birlikte gideceğiz” dedim.
Kendi kendine bulduğu teselli incecik bir kesik attı kalbime. İşte ben gelene kadar dalmış uykuya ve ben yine yetişemedim bir özel sevincine daha...
İlk adımlarını da görememiştim. Çalışıyordum.
İlk cümlesini de duyamamıştım. Çalışıyordum.
Ben hep çalışıyordum.
Bana “başka anneler de yoktu bugün” dedi evet. Telefonu kapadım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Kalbimde incecik bir kesik, yutkundum. Ağlamadım. Her şeye ağlanır mı canım? Çalışan annelerin hepsi yaşıyor bunu. Kalbimde ince bir kesik sızlıyor ama. “Başka anneler de yoktu” dedi... Yanağımı ısırdım, merdivenleri indim ve işimin başına geçtim. Kalbimde incecik bir kesik sızıntı yapıyordu...
***
Dün gece hiç uyumadım.
Gözlerimde biber yanıkları, kızımı okuluna gönderdim, oturdum yazıyorum şimdi. Yine aynı şarkıyı dinliyorum. Yanımda kimse yok. İstediğim gibi ağlarım. Hem ağlarım, hem yazarım.
Ünzile; kızım, ben, annem ama en çok anneannem, babaannem...
Biri Doğu Anadolu’nun bir dağ eteğinde, bir diğeri Ihlara Vadisi’nde henüz on üç yaşındayken evlendirilmiş ve çamurdan fırınlarını bahçede kurumaya bırakıp gelin olmaya durmuşlar.
Kucaklarında ağlayan ve süt isteyen bebekleriyle çeşmede oyun oynayan arkadaşlarını seyretmişler. Hayatta kalan çocuklarını ise dişle tırnakla büyütüp okutmuşlar. Her ikisini de hep çalışırken hatırlıyorum.
Hiç boş durmayan elleriyle, durmaksızın bir şeyler yaratırlardı. Herkes ya okumalı ya da çalışmalıydı onlara göre.
Ben ailemin kadınlarından sanırım çalışmanın erdemini öğrendim önce. Bu yüzden hayatımı işim oluşturdu. Bu yüzden tanıdığım tanımadığım her kadına “çalışmalısınız” dedim. Destekledim, önayak oldum, iteledim.
***
Dedim ya yalnızım şimdi, istediğim gibi ağlarım...
İstediğim gibi sorarım...
Doğduğu köyün ötesini Ankara’ya kadar görebilmiş babaannemle benim aramdaki fark ulaşabildiğimiz sınırlar mı? Babaannemin çocuk yaşta görücünün biçtiği kocayla yaptığı evliliği ölene kadar sürdürebilmesi mi? Onun dokuz benim bir çocuk annesi olmamız mı?
Ya da bir farkımız var mı?
Onun bir köyde benim büyük şehirde yaşamamız “öz”de neyi değiştiriyor ki?
Hangi sosyal sınıfta olursak olalım kadınlara düşen keder hep aynı mı kalıyor?
Peki, “Yağmuru kim döküyor?”
Sahi Ünzile kaç koyun ediyor?
Nerede yaşarsa yaşasın bir kadının “ederi”ni hep erkekler mi belirliyor?
Ünzile İstanbul’da doğsa ve “yazı”sını yazsa ne değişiyor..
Dün gece hiç uyumadım.
Bütün gün ve gece yağmur vardı İstanbul’da.
Bardaktan boşanırcasına yağdı önce. Azaldı, sonra tekrar hızlandı velhasıl aralıksız ıslattı şehri. Arapsaçı olmuş trafikte Boğaz Köprüsü’nden geçmeye çalışırken durmaksızın aynı şarkıyı dinliyordum.
“Ünzile insan dölü/ bilinmezlere gebe” diyordu Şebnem Ferah o doyamadığım sesiyle.
Yorgunluktan sızlayan ayaklarım ve gözlerimle geç saatte eve ulaştığımda bir süre pencereden şehri seyrettim. Kızım saçları alnına yapışmış, uyuyordu. Öğleden sonra bale kursundan aldığı karnesini baş ucuna koymuş ve büyük ihtimalle bana göstermek için hevesle beklemişti. Oysa ben çalışmak zorundaydım. Ne karnesini almaya gidebildim onunla ne de gösterisini izleyebildim. “Anne ne olur erken gel” dedi akşam telefonda. “Çekimim biter bitmez geleceğim” dedim. “Başka anneler de yoktu bugün anne, ablalar vardı bir tek. Ama bizim okulun gösterisine birlikte gidicez di mi, izin alacaksın di mi” diye sordu bir çırpıda.
İçim yana yana “Elbette aşkım, elbette birlikte gideceğiz” dedim.
Kendi kendine bulduğu teselli incecik bir kesik attı kalbime. İşte ben gelene kadar dalmış uykuya ve ben yine yetişemedim bir özel sevincine daha...
İlk adımlarını da görememiştim. Çalışıyordum.
İlk cümlesini de duyamamıştım. Çalışıyordum.
Ben hep çalışıyordum.
Bana “başka anneler de yoktu bugün” dedi evet. Telefonu kapadım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Kalbimde incecik bir kesik, yutkundum. Ağlamadım. Her şeye ağlanır mı canım? Çalışan annelerin hepsi yaşıyor bunu. Kalbimde ince bir kesik sızlıyor ama. “Başka anneler de yoktu” dedi... Yanağımı ısırdım, merdivenleri indim ve işimin başına geçtim. Kalbimde incecik bir kesik sızıntı yapıyordu...
***
Dün gece hiç uyumadım.
Gözlerimde biber yanıkları, kızımı okuluna gönderdim, oturdum yazıyorum şimdi. Yine aynı şarkıyı dinliyorum. Yanımda kimse yok. İstediğim gibi ağlarım. Hem ağlarım, hem yazarım.
Ünzile; kızım, ben, annem ama en çok anneannem, babaannem...
Biri Doğu Anadolu’nun bir dağ eteğinde, bir diğeri Ihlara Vadisi’nde henüz on üç yaşındayken evlendirilmiş ve çamurdan fırınlarını bahçede kurumaya bırakıp gelin olmaya durmuşlar.
Kucaklarında ağlayan ve süt isteyen bebekleriyle çeşmede oyun oynayan arkadaşlarını seyretmişler. Hayatta kalan çocuklarını ise dişle tırnakla büyütüp okutmuşlar. Her ikisini de hep çalışırken hatırlıyorum.
Hiç boş durmayan elleriyle, durmaksızın bir şeyler yaratırlardı. Herkes ya okumalı ya da çalışmalıydı onlara göre.
Ben ailemin kadınlarından sanırım çalışmanın erdemini öğrendim önce. Bu yüzden hayatımı işim oluşturdu. Bu yüzden tanıdığım tanımadığım her kadına “çalışmalısınız” dedim. Destekledim, önayak oldum, iteledim.
***
Dedim ya yalnızım şimdi, istediğim gibi ağlarım...
İstediğim gibi sorarım...
Doğduğu köyün ötesini Ankara’ya kadar görebilmiş babaannemle benim aramdaki fark ulaşabildiğimiz sınırlar mı? Babaannemin çocuk yaşta görücünün biçtiği kocayla yaptığı evliliği ölene kadar sürdürebilmesi mi? Onun dokuz benim bir çocuk annesi olmamız mı?
Ya da bir farkımız var mı?
Onun bir köyde benim büyük şehirde yaşamamız “öz”de neyi değiştiriyor ki?
Hangi sosyal sınıfta olursak olalım kadınlara düşen keder hep aynı mı kalıyor?
Peki, “Yağmuru kim döküyor?”
Sahi Ünzile kaç koyun ediyor?
Nerede yaşarsa yaşasın bir kadının “ederi”ni hep erkekler mi belirliyor?
Ünzile İstanbul’da doğsa ve “yazı”sını yazsa ne değişiyor..
K.O.D- Moderatör
- Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 14/03/09
Geri: İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
bu şiirler yazılar çok güzel K.O.D. kardeş.
çok teşekkür ederim.. iclal aydını da severim ben.
çok teşekkür ederim.. iclal aydını da severim ben.
Geri: İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
Gülbahar demiş ki:bu şiirler yazılar çok güzel K.O.D. kardeş.
çok teşekkür ederim.. iclal aydını da severim ben.
bişi dill bende severim.
K.O.D- Moderatör
- Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 14/03/09
Geri: İCLAL AYDIN ŞİİRLERİ VE YAZILARI
SENİ SEVİYORDUM
Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...
Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi
İnsan her gün anımsar mı aynı gözleri
SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu
Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesden başkaydı işte...
Güldüğü zaman yukarıya bakardı;
Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...
Ne güzeldiler sen bilmiyordun...
BEN SENİ SEVİYORDUM...
Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler
Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu
Geri dönüyordu, çoğalıyordu
Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum her şeyi, her şeyi erteleyişim oluyordun
Kalp ağrısı oluyordun,
Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,
Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk
Cesurduk...
Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...
Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...
Sevinçlerim oluyordun ara sıra sen hiç bilmiyordun
Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra
Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları
Derken bir gün uzaktan gördüm seni...
Saçların bana inat başın her şeye meydan okuyarak işte yine aynı
Kalbimi acıttı her zaman ki gibi...
Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun
Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir ya da boş ver bilme en iyisi...
Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...
Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi
İnsan her gün anımsar mı aynı gözleri
SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu
Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesden başkaydı işte...
Güldüğü zaman yukarıya bakardı;
Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...
Ne güzeldiler sen bilmiyordun...
BEN SENİ SEVİYORDUM...
Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler
Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu
Geri dönüyordu, çoğalıyordu
Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum her şeyi, her şeyi erteleyişim oluyordun
Kalp ağrısı oluyordun,
Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,
Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk
Cesurduk...
Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...
Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...
Sevinçlerim oluyordun ara sıra sen hiç bilmiyordun
Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra
Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları
Derken bir gün uzaktan gördüm seni...
Saçların bana inat başın her şeye meydan okuyarak işte yine aynı
Kalbimi acıttı her zaman ki gibi...
Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun
Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir ya da boş ver bilme en iyisi...
K.O.D- Moderatör
- Mesaj Sayısı : 182
Kayıt tarihi : 14/03/09
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz